YAZIYORSAM BİR SEBEBİ VARDIR…
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Sayın Cevdet Yılmaz Beye açık mektubumdur
Bir önceki yazımda ESK Bingöl Kombinasında görevde kaldığım sürede yapmayı hedeflediğim projelerimi sıralarken birinci maddede “Hinterlandımızdaki besicilerimizin ve süt üreticilerimizin tamamına ulaşarak mesleki bilgileri üzerinde yaptığımız araştırmada bilinçsiz yetiştiriciliğinin çiftçilere faturasının yaklaşık % 28 civarında kayıp olduğunu bilimsel veriler ile tespit ettiğimizi ifade etmiştik. Bu haftalık yazımda ise bu bilimsel konular üzerinde duracağım.
Bilindiği gibi günümüzde teknoloji öylesine baş döndürücü şekilde gelişiyor ki yarının ne getireceğini bugünden kestirmek mümkün değildir.
Bingöl ESK da görevde kaldığım 18 aylık süre zarfında hinterlandımızdaki (Bingöl, Elazığ, Muş, Malatya, Tunceli) paydaşlarımızı (Et Sığırı yetiştiricileri, Süt sığırı üreticileri, yem fabrikaları, Kasaplar, kesimhaneler, yem bitkileri yetiştiricileri, damızlık sığır yetiştiricileri v.b) ziyaret ederek gerek birebir, gerek özel toplantılar ve gerekse genel toplantılar ile sorunlarını dinledik. Bu sorunları oluşturan sebepleri yerinde inceleyip günümüz teknolojik kazanımların projektöründe giderilmeye esas bilimsel çalışmalara başladık. Bu çalışmalarımız için Genel Müdürlümüz ile yaptığımız istişare sonucu dar kapasiteli de olsa küçük bir laboratuvar bile kurduk.
Bu minval üzerinde yaptığımız teknik araştırmalar ile ilgili detaylara girmeyeceğim, özet olarak şunları ifade edeyim.
2010-2011 yılları için şunu rahatlıkla söyleyebilirim. Yaptığımız araştırmalarda yem fabrikaları ve üç kesimhane hariç hiçbir paydaşımız mesleği ile ilgili hiçbir eğitim almadığı gibi hiçbir yetiştiricinin uzman danışmanı da yoktu. Amiyane ifade ile “saldım çayıra Mevla’m kayıra” misali yol yürüyorlardı. Barınaklardaki fiziki yetersizlik, bilinçsiz bakım ve yem rasyonu kaynaklı olarak tespit ettiğimiz bu eksililer besicilerimize % 28 oranında verim kaybını yaşatıyordu. Devletin bir bireyi olarak bu büyük ayıbı, inanç değerlerimin mesleki ahlakıma yüklediği sorumluluğun beni uyarması sonucu teknik ekibimizi sahaya yönlendirerek elde ettiğimiz veriler ışığındaki aldığımız kararları uygulamaya başladık;
Bu Çalışmalar;
- Daha önceki yazımda da ifade ettiğim ve bedelinin tamamı paydaşlarımız tarafından karşılandığı ve yapmayı planladığımız eğitim toplantılarına dünyanın her yerinde canlı katılım sağlayabilen teknik alt yapıya sahip eğitim ve öğretim salonunu inşa etik.
- İnşa ettiğimiz bu salonda Bingöl Üniversitesi ile sözleşme yaparak çiftçilerimize mesleki eğitim vermeye başladık.
- Bu salonda dünyanın değişik yerlerindeki meslektaşlarımız ile irtibata geçerek yapılan çalışmaları çiftliklerimize görsel olarak gösterecektik. Bunun için Avustralya ve Hollanda’da ki Türk dostlarımız ile irtibata geçmiş, gerekli ön çalışmaları yapmıştık.
- Teorik olarak verilen eğitimden sonra çiftçilerimizin çiftliklerinde yapılması gereken değişiklikleri devlet desteği ve teşviki ile gerekli düzenlemeler için projeler hazırlattıracaktık. Bunun için serbest piyasada Bingöl’ümüzün caddelerine serpilen kahve sandalyelerin üzerinde oturup sigarasını tüttüren ve Almanya’ya gönderdiği oğlundan gelecek dövizin umudu ile bekleyen amcalarının yanında Almanya hayâlı ile çaresizlik içinde kıvranan ziraat mühendisleri ile görüşmelerimiz devam ediyordu. Bilindiği gibi Bingöl’de her aileden en az bir gencimiz Almanya’ya iltica etmiştir. Son beş yılda Türkiye’den Avrupa’ya Afrika’nın üç katı kadar mültecinin gittiğini basında öğreniyoruz. Yani Bingöllüleri Almanya besliyor, Bingöllülerde iktidarınızı besliyor!
- Hinterlandımızda mera ıslah çalışmaları için planlarımız vardı. Bunun için Vahkin Çayı Projemiz ile başlangıç yapmıştık. Solhan ve Karlıova yaylaları Yedisu-Adaklı havzası için düşündüğümüz çalışmaların detaylarını bir sonraki makalemde belirteceğim.
- Daha sonraki yazılarımda detayını arz edeceğim 2017 yılında Bruney Sultanlığı Tarım Bakanlığı için hazırlayıp Bruney ülkesine giderek Sayın Bakan ve teknik heyetine sunduğum projenin bir benzerini hinterlandımızda da yürürlüğe koyacaktık. Şöyle ki;
- Hinterlandımızı, topumun sosyal eğilimleri, coğrafi konumları ve yapısı, halkın yaşam alışkanlıkları, iklim koşulları dikkate alınarak bölgelere ayıracaktık.
- Her bölge için uygun tarımsal faaliyet alanlarını belirleyip bu doğrultuda çiftçilerimizi eğitip devletin yardım ve teşvikleri ile bölgeyi kalkındıracaktık. Hiçbir toprak, üzerinde yaşayana hıyanet etmez. Yeter ki onun dilini bil, ahlakına uy ve onunla barış içinde yaşa!
- Her bölgenin atıl tarım kayaklarını günümüz teknolojik kazanımlar eşliğinde halkın eğilimleri çerçevesinde devlet-vatandaş işbirliği içinde ıslah çalışmalarında bulunacaktık. Hollanda örneğinde olduğu gibi.
Peki, tüm bu ve buna benzer çalışmalar nasıl yapılacaktı ve sosyal tabana nasıl yayılacaktı? Şayet, bugün devletin yönetimini elinde bulunduran sizler, yani siyası kadronuz ve iradelerini siyasi ve iktisadi emelleriniz doğrultusunda kontrol altına alıp partiniz emrine verdiğiniz devleti, onun bürokrasisini ve memurlarını rahat bırakır, halkın emrine verir; günümüz uluslararası acımasız siyasi, iktisadi, sosyal savaşların bilincinde, değerlerimiz ışığında temel insan hak ve özgürlüklerini dikkate alarak, taşra merkezlerinde oluşturduğunuz kolluk kuvvetlerinizi kullanarak baskıcı ve partizanca yaklaşımınız ile halkın yaşam atmosferine attığınız zulüm ağlarını, oltalarını çeker, korku atmosferini dağıtır, halka devlet güvencesini verirseniz; Devlet olmanın ciddiyeti ile Ülkemizin yönetim kadrosunu insana hizmeti esas alan ehliyet ve liyakat sahibi kadrolardan oluşturur; devlet olmanın bilincinde, elinizdeki iktidar destekli zulüm sopasını atar, şefkat ve merhamet kanatları halka açar, vatandaşı devleti ile gönül rahatlığı içinde barıştırırsanız hal edilmeyecek, giderilmeyecek problemimiz kalmayacaktır. Biz bunu 18 ay içinde devlet ile vatandaşı harmanlayarak tamamen paydaşlarımızın ayni ve nakdi yardımları ile yaptırdığımız eğitim salonumuzda gösterdik.
Sen devlet ol, vatandaş, devletin nimetine olan şükrünün edasını yerine getirmesini bilir.
Kaynağı sormaya gerek yok; bugün ESK Genel Müdürlüğünde adrese teslim yaptığınız gizemli ihaleler ile milyonlarca dolar vererek binlerce ton et ve canlı hayvan ithal ediliyorsunuz. Bundan elde ettiğiniz kırmızı eti, yanlış ve taraflı politikalar ile yok seviyesine getirdiğiniz hayvan yetiştiriciliğindeki başarısızlığınızı örtbas etmek için siyasi geleceğinizin emniyetine esas birkaç mağazada satışa sunarak siyasette psikolojik üstünlük elde edip geleceğinizin siyası konumunu korumaya çalışıyorsunuz. Ancak milyonlarca dolar heba ederek Avrupa’dan getirdiğiniz bu eti halk alıp yiyip içip defi hacet olarak atıyor. Böylelikle milyon dolarlarımız, geri dönüşümü olmayan bir şekilde siyasi geleceğinize kurban olarak emeklerimiz ile birlikte Avrupa’ya uçup gidiyor.
İşte biz bu projelerimiz ile siyasi geleceğinize kurban ettiğiniz o milyon dolarların yüzde birini alıp vatandaş olmanın verdiği eşitlik ilkeleri doğrultusunda, siyasi entrikalardan uzak, işin ehli çiftçilerimize, özellikle damızlık yetiştiricilerine ve süt üreticilerine vererek kırmızı etin hazinesine, üretim merkezlerinin gelişmesine ortam oluşturacaktık. Bu üretim merkezlerini yukarıda özet olarak verdiğim devletin şefkat, merhamet ve adalet gücü ile destekleyerek üretimi kesintisiz hale getirecektik. Böylelikle halkımız yine kırmızı et yiyip, içip defi hacet olarak atacaktı amma bir farkla; o milyon dolarlar Avrupa’ya uçup gitmeyecekti, dâhilde vatandaşlarımız ve çiftçilerimiz arasında devir daim olacaktı, kartopu gibi katlanacaktı.
Sayın Cevdet Yılmaz Bey, bu projenin uygulanması ile ülke ekonomisine katkısının ne olacağını en iyi bilenlerden biri sizsiniz. Bağınıza daha fazla girmek istemiyorum.
Siz, ey halkın değerlerini siyasi iktidarınıza sermaye ederek hurilerin hayali eşliğinde cennet vadi ile uyuşturduğunuz zavallı halkın desteği ile iktidar olan hükümet; adalet ve hakkaniyet ölçüleri ile devlet olun, bizde bu doğrultuda size itaatkâr halk olalım.
Siz, zengin babanın müflis şımarık çocuğu konumunda ülkeyi hoyratça emelleriniz doğrultusunda kullandığınız sürece, bizler, eşit haklara sahip vatandaş ve insan olmanın verdiği değerlerimiz doğrultusunda özgür irademiz ile anayasal haklarımızı kullanarak direniş göstermekten asla geri durmayacağız. İhtiyaç duyduğumuz kudret, kontrol etme imkânınızın olamadığı-olamayacağı ulvi inançlarımızın itikadında mevcuttur.
Her doğan kişi herkesle eşit haklara sahip olarak dünyaya geliyor. Eğer kişi, Yaratanı tarafında kendisine verilen bu haklardan yoksun ise, zorba egemen siyasi güçler tarafından gasp edilmiştir. Gasp edilen halklarının iadesi için savaşmayan önce hakkını sonrada şeref ve haysiyetini kaybeder.