Türkiye, uzun yıllardır süregelen çatışmaların ve toplumsal kutuplaşmaların yarattığı derin yaraları sarmak için tarihi bir eşikten geçiyor. On yıllardır süren sorunlar, yalnızca siyaset sahnesinde değil; günlük hayatın her alanında ve halkın belleğinde de derin izler bıraktı. Bugün ise yürütülen yeni barış ve demokratikleşme süreci, hem Türkiye halkları hem de bölge açısından umut verici bir dönemin kapısını aralıyor.
Bingöl’de de barış sürecine dair tartışmaların en sıcak şekilde yaşandığı bu dönemde, DEM Parti Bingöl Milletvekili Ömer Faruk Hülakü, Kent Haber Gazetesi’nin sorularını yanıtladı.
Türkiye, Kürt meselesinde tarihi bir dönemeçten geçerken “Barış ve Demokratik Toplum Buluşmaları” kapsamında köy köy, mahalle mahalle dolaşarak halkla bir araya gelen Hülakü, sürecin sahadaki yansımalarını değerlendirdi. Bingöl’ün dört bir yanında vatandaşların taleplerini dinleyen ve gözlemlerini paylaşan DEM Parti Milletvekili, barışa olan özlemin, halkın en temel beklentisi olduğunu vurguladı.
Röportajda, barış sürecine ilişkin toplumsal algıdan, Meclis’te kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nun çalışmalarına; sürecin ağır ilerlemesi yönündeki eleştirilerden, Selahattin Demirtaş kararlarının uygulanmamasının yarattığı güven sorununa kadar birçok konu masaya yatırıldı.
Tam da böyle bir atmosferde, Barış ve Demokratik Toplum Buluşmaları kapsamında Bingöl’de yapılan ziyaretlerden edinilen izlenimler, Komisyon’un işleyişi, sürecin ilerleyişine dair eleştiriler ve beklentiler hakkında DEM Parti Ömer Faruk Hülakü’den de değerlendirmeler aldık.
İşte Röportajdan Öne Çıkan Başlıklar;
“BİNGÖL HALKI BARIŞ İSTİYOR”
1)Barış ve Demokratik Toplum Buluşmaları kapsamında köy köy, mahalle mahalle gezerek Bingöl halkına barış sürecini anlattınız, insanları dinlediniz. Siz, bu ziyaretlerin ardından toplumun barış sürecine bakışını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bingöl halkının genel yaklaşımı ve beklentileri nelerdir?
Hülakü: Biz bu süreçte il örgütümüzle birlikte Bingöl’ün dört bir yanını gezdik; köyleri, mahalleleri, ilçeleri ziyaret ettik. Sadece partili arkadaşlarımızla değil, her kesimden insanlarla bir araya gelmeye, görüş ve önerilerini almaya özen gösterdik. Bu ziyaretlerin dışında da gittiğimiz her yerde Bingöl halkıyla barışı ve barış sürecini konuşmaya gayret ettik.
Şunu açıkça söyleyebilirim ki, Bingöl halkı barış istiyor. Herkeste, yıllardır süren bu çatışmalı ortamın son bulması yönünde bir özlem var. İnsanların en büyük beklentisi, gerçekten kalıcı bir barış için tarafların samimi, şeffaf ve kararlı bir duruş sergilemesidir. Ancak bir yandan da temkinliler, çünkü halkta daha önceki barış sürecinin başarıyla sonuçlanmamasından kaynaklı bazı kaygılar mevcut. Bu kaygıların başında ise iktidarın hâlâ bir adım atmamış olması geliyor.
Bingöl halkı, Kürt Siyasi Hareketi olarak bizim sürece samimiyetle yaklaştığımızı görüyor. “Üzerinize düşeni yaptınız, şimdi sıra devlette.” diyen çok fazla insanla karşılaşıyoruz.
2)Süreç kapsamında 51 üyeden oluşan “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” kuruldu. Komisyonda 22 üye AK Parti, 11 üye CHP, 4 üye MHP, 5 üye DEM Parti ve kalan üyeler diğer partilerden oluşuyor. Ancak sürecin doğrudan muhataplarından biri olan DEM Parti’nin komisyonda yalnızca 5 üye ile temsil edilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hülakü: Elbette böylesine tarihi bir sürecin yürütülmesine ilişkin yöntemin ne olacağı sıklıkla tartışıldı. Bu tartışmalarda başta Sayın Abdullah Öcalan olmak üzere Kürt Siyasi Hareketi temsilcileri de sürekli ve ısrarlı bir biçimde TBMM’yi işaret etti. O sebeple kurulan komisyon için Demokratik ve yasal zeminde tüm siyasi partilerin temsil edildiği, mevcut sorunu ele alma ve çözüme kavuşturma iradesinin yani müzakere ve diyalogun bu şekilde mümkün olabileceği hususunda ortaklaşıldığını söylemek mümkündür.
Hatırlayacağınız üzere; Komisyon’un kurulma ve çalışma yöntemine ilişkin bizlerin çeşitli önerileri oldu. Örneğin komisyonun kanunla kurularak anayasal bir zemine oturması, farklı siyasi partilerin eşit temsilinin sağlanması, kararların alınma, uygulanma usulleri gibi konularda toplumun da beklentilerine paralel bir şekilde önerileri her fırsatta dile getirdiğimizi ifade etmem gerekir. Komisyonun kurulması ve tarihi mesaisine başlaması sürecine baktığımızda da ilk toplantıda belirli kararların “oy birliği” ile alınmış olması büyük bir iradenin ortaya konulduğunu göstermektedir.
Komisyon üye dağılımının TBMM aritmetiği üzerinden oluşturulmasını tartışmak yerine alınacak kararlarda çoğunlukçu anlayış yerine çoğulcu bir anlayışın benimsenmesi oldukça kıymetlidir. Bu açıdan şunu her fırsatta hatırlatmak ve dile getirmek gerekiyor; sürecin muhatabı sadece Kürt halkı değil tüm Türkiye halklarıdır. Siyasi partileri belirli muhataplık seviyelerine göre nitelemek hem demokratik olmaktan uzak hem de ortaya koyulan siyasi iradelerin itibarsızlaştırılması tehlikesini doğurmaktadır. Tarihin yazıldığı bir süreci yaşadığımız bilinciyle hareket ederek toplumsal tüm kesimlerin komisyonun paydaşı olmasını sağlamak zorundayız.
“DEM PARTİ OLARAK HEM SÜRECİN HIZLANMASI HEM DE İÇİNİN BOŞALTILMAMASI İÇİN MASADA VE SAHADA OLMAYI SÜRDÜRECEĞİZ.”
3)Süreç için kurulan komisyon bugüne kadar 3 kez toplandı ve her toplantı yaklaşık 8 saat sürdü. Bu toplantıların uzun aralıklarla yapılması ve sürecin ağır ilerlemesi, bazı kesimlerce sürecin zamana yayılarak mevcut hükümetin bir dönem daha iktidarda kalmasına yönelik bir strateji olduğu şeklinde yorumlanıyor. Sizce bu yavaş ilerleyiş, gerçekten kapsamlı ve kalıcı bir çözüm üretme çabasının doğal bir sonucu mu, yoksa siyasi iktidarın süreci kendi lehine kullanma girişimi mi?
Hülakü: Bu sürecin yavaş ilerleyişini sadece tek bir açıdan okumak doğru olmaz. Elbette halkımızın beklentisinin acil adımlar olduğunu biliyoruz ve bu talebi her platformda dile getiriyoruz. Aynı zamanda, kalıcı ve köklü bir barışın, yüzeysel ve hızlı kararlar yerine toplumsal hafızayı onaracak, her kesimin güvenini kazanacak güçlü bir zeminde inşa edileceğini de biliyoruz. Bizim için önemli olan, bu sürecin halkların ortak geleceğini kuracak bir fırsata dönüştürülmesidir. DEM Parti olarak hem sürecin hızlanması hem de içinin boşaltılmaması için masada ve sahada olmayı sürdüreceğiz.
“SÜRECİN EN ÖNEMLİ AYAKLARINDAN BİRİ KARŞILIKLI GÜVEN”
4)Barış süreci sürerken, Anayasa Mahkemesi ve AİHM’in Selahattin Demirtaş hakkında verdiği kararların uygulanmaması sizce sürece olan güveni nasıl etkiliyor?
Hülakü: Sürecin, herhangi bir komisyon çalışmasına veya yasal değişikliğe gerek duymayan boyutları da var. Anayasa Mahkemesi (AYM) kararları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları ve hasta tutsaklar meselesi bunlardan bazılarıdır. Bu konularda adım atmak için herhangi bir yasal düzenlemeye gerek yoktur; kararlar hemen uygulanarak demokratikleşme adına önemli bir ilerleme sağlanabilir.
Bildiğiniz üzere, Sayın Selahattin Demirtaş, 4 Kasım 2016’dan bu yana Edirne Cezaevi’nde tutulmaktadır. Bu konu, toplumda sürece dair çok ciddi bir güven sorunu yaratıyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Selahattin Demirtaş hakkında üç defa “Tutulması hukuka aykırıdır, serbest bırakılmalı.” Dedi. Anayasa Mahkemesi de benzer kararlar verdi. Ancak iktidar, bu kararları uygulamamakta ısrar ediyor. Şimdi vatandaş haklı olarak soruyor: “Eğer hukuk tanınmıyorsa, biz bu sürece nasıl güveneceğiz?”
Ben, sürecin en önemli ayaklarından birinin karşılıklı güven olduğunu düşünüyorum. Bu bağlamda, Türkiye yargısının bir an önce gerekli adımları atmasının elzem olduğuna inanıyorum.
“ORTAYA KOYULAN İRADE ÇOK CİDDİ VE KIYMETLİDİR”
5)Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Hülakü: Hem Ortadoğu hem de Türkiye için tarihi bir eşikten geçtiğimiz bu süreçte onurlu bir barışı inşa etmek için herkes sorumluluk almalıdır. Gündelik sığ siyasi tartışmalardan uzak durarak, toplumsal gündemi ucuz siyasi çıkarlara heba etmeden diyalog ve müzakereyi toplumsal tüm alanlarda temel referans olarak ele almalıyız. Geçtiğimiz yılın ekim ayından bu yana ortaya koyulan irade çok ciddi ve kıymetlidir. Barış ve Demokratik Toplum ekseninde kısa sürede kat edilen bu mesafe Dünya Barış süreci örnekleri ve pratikleri arasında şimdiden çok önemli ve özgül bir yere sahip olmuştur. Bu anlamda toplumsal tüm kesimlerin sabırlı, olgun, temkinli bir şekilde süreci irdelemesi, tartışması ve katkı sunması gerekmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Kürt Sorunu’nun en geniş siyasi ve toplumsal temsiliyetle ele alındığı tarihi bir dönem yaşadığımızın her an farkında olarak emek vermeye devam etmeliyiz.