Oraya ne asi bir işgalci gibi ne de karanlık bir gecede sinsice giren biri gibi girdi; aksine görkemli bir törenle, sarayların onu karşıladığı, boyunların eğildiği, paraların ganimet gibi sunulduğu bir şekilde girdi.
Arap diyarına girdiğinde; heybeti olmayan yöneticiler, inancı olmayan ordular, korkudan susmuş, vakarını yitirmiş âlimler, alkışlayan elitler ve ya sessizce destek veren ya da korkuyla karşı çıkan halklar gördü.
Allah’ın düşmanı o topraklara, bir sömürgeci gibi işgal ederek değil, adeta “beklenen kurtarıcı” gibi, destekçilerine kavuşan bir lider gibi girdi. Meclislerle kuşatıldı, halılar serildi, hazineler açıldı, karar yetkisi ona teslim edildi!
Riyad’da heyetler onu selamlamak için sıralandı, petrol ve iktidar sahipleri onu karşılamak için dışarı çıktı; sanki ona Vahiy Dağı’ndan ilham inmişçesine…
Katar’da devletin ileri gelenleri ona yaklaştı; bir devlet başkanı olarak değil, itaat edilmesi gereken “kurtarıcı” ve yaptığı sorgulanmaz bir figür olarak.
Birleşik Arap Emirlikleri’nde ise karşılama tüm hayal gücünü aştı. Arap kabilelerinin kızları bile açıkça onun için dans etti; cahiliye döneminde bile bir düşmanın göremeyeceği saçlar titreşti, sanki haya yeryüzünden silinmiş, erkeklik uzak bir sürgüne gönderilmiş gibiydi!
Bu bir misafirperverlik dansı değil, tiranlığa boyun eğişti… Bu bir onurun düştüğü, medeniyetin celladın ayakları altında ezildiği ve gülümsediği bir andı!
Ya cizye? Ondan bahsetmeye bile gerek yok!
Müslümanların hazineleri koşulsuzca ona sunuldu. Ümmetin malından, ne İngiliz ne de Fransız işgalcinin silahla dahi almaya cesaret edemeyeceği şeyler hediye edildi! Bu, yeni bir cizye türüdür: Razı etme cizyesi… Bir zalimin memnuniyetini kazanmak uğruna.
Ama felaket sadece parayla sınırlı kalmadı; din ve onura da uzandı...
Şam’ın yeni yöneticisi, bir zamanlar cihat, şeriatın uygulanması, Aksa’nın kurtarılması üzerine nutuklar çeken; Körfez yöneticilerini kınayan kişi, şimdi Trump’ın karşısında zelilce oturuyor, rızasını dileniyor, ona boyun eğerek gülümsüyor, emirlerini huşuyla dinliyor ve dün yanında savaşanları teslim etmeyi teklif ediyor.
Ey insanlar...
Bu sadece sıradan bir ziyaret değil; bu, gün ortasında ilan edilen bir ölüm belgesidir… Kameralarla kaydedilen bir medeniyetin ölümüdür, gelecek nesillere şöyle anlatılacak bir hikâyedir: Bir ümmet işte böyle düştü!
Eğer düşmana yollar döşeniyor, baş köşeye oturtuluyor, ona servet kurbanlar gibi sunuluyorsa, bil ki değerler yerle bir edilmiş, erkeklik zilletin kafesinde satılığa çıkmıştır!
Bu bir siyaset ustalığı değil; ahlaki bir rezalet, akidevi bir çöküş ve benzeri olmayan bir düşüştür.
Araplar çölden çıkıp gökten gelen mesajı kılıç ve mızrakla taşıdılar; Pers imparatorluğunu yendiler, Roma’nın başkentinin kapılarını çaldılar, Çin imparatoru onlara barış teklif etti, Frenk kralları korkudan cizye ödedi. Milletler onlara boyun eğdi, İslam Devleti’ni Güney Fransa’dan Çin sınırına kadar kurdular. Hiçbir zaman imparatorlardan veya krallardan korkmadılar, asla kimseden koruma istemediler.
Peki bugün ne oldu da, Araplar; Amerikan ordusunun aşağılık, korkak serserilerinden, babası bile belli olmayan askerlerden korunmadan yaşayamıyor? Silahı bile onların yerine 20 yaşına basmamış bir kız taşıyor… Ta ki Trump, onlara “korumayı çekerim” tehdidiyle, zilletle cizye ödemeye zorluyor!
Nerede Halid ve Müsnâ’nın torunları? Nerede Kâkâ ve Sa’d’ın ruhu?!
Nerede Temîm, Hevâzin, Ğatafân, Kinâne, Kureyş, Esed, Müzeyne ve Hezeyl kabilelerinin adamları? Yoksa o asil kanlar bugün zille karıldı da, ataların onuru kalmadı mı?
Bu ne zillet! Bu manzarada hâlâ ihanet görmeyen biri için hangi din kalır?
Ey güç sahipleri...
Ey kalplerinde hâlâ iman ateşi, Arap asâleti ve tevhid sesi taşıyanlar...
Bu zillet daha ne kadar sürecek? Vahyin yurdu ne zaman putlardan temizlenecek? Arap Yarımadası, ne zaman Bedir, Uhud ve Fetih günündeki gibi yeniden doğacak?
“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, bilsin ki Allah onların yerine öyle bir kavim getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler; müminlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı onurludurlar; Allah yolunda cihad ederler, hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar. Bu, Allah’ın lütfudur, dilediğine verir. Allah, (lütfu ile her şeyi) kuşatandır, bilendir.”
(Mâide 54)
Mehmet Hanefi Güler