Gündem

Bingöl'ün Efsaneleri: Yüzyıllara Yayılan Hikâyeler

Bingöl, zengin kültürel mirası ve mistik geçmişiyle dikkat çeken bir şehir. İşte bu şehrin adına ilişkin pek çok efsaneden en dikkat çekici olanları…

Abone Ol

Bingöl adına ilişkin pek çok efsaneden en çok bilinenlerin başında gelen hikâyeler, bölgenin mistik ve zengin kültürel geçmişine ışık tutuyor. Bu efsaneler, Bingöl'ün adının nereden geldiği ve coğrafyasındaki gizemli olaylara dair ilginç anlatılar barındırıyor

Bingöl adına ilişkin pek çok efsaneden en çok bilinen şunlardır:

Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi'nde Anlatılan Hikâye

Evliya Çelebi, Bingöl'ün adının kökenine ilişkin ilginç bir hikâye anlatır. Bir avcının vurduğu kuşun canlanıp göle dalmasıyla başlayan ve gölün bin parçaya bölünmesiyle sonuçlanan bu hikaye, bölgenin efsanevi atmosferini yansıtır.

 Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde şöyle hikâye etmiştir. “Bir avcı, bir kuş vurmuş. Onu gölde temizlerken, kuş canlanmış ve göle dalıp kaybolmuş. Gölün ab-ı hayat kaynağı olduğu meydana çıkmıştır. Bu sır meydana çıkınca Allah’ın emriyle bin parçaya bölünmüş ve hangisinin ab-ı hayat kaynağı olduğu bilinmez olmuş.4 Bu bin parçaya bölünen gölü görenler de “Hani nerede o bahsettiğin göl? Bu bir göl değil ki hezar göldür. Böylece o göllerin bulunduğu çevreye halk tarafından hezar (bin) göller denmiştir. Halk dilindeki bu anlam 1945 yılında Bingöl adı olarak düzenlenerek ile verilmiştir.

Köroğlu'nun Ab-ı Hayat Arayışı

Köroğlu'nun efsaneleri arasında yer alan Bingöl ile ilgili hikâyelerde, suyun ölümsüzlük kaynağı olduğu temel bir tema olarak karşımıza çıkar. Köroğlu'nun, bin parçaya bölünen bir kaynağı arayışı ve kır atının bu kaynaktan içerek ölmezliğe erişmesi, Bingöl'ün efsanevi öykülerinden biridir.

“Köroğlu hikâyelerinde bir de Bingöl’den çıkan bir ırmaktan bahsedilmektedir. Bu ırmağın Çat suyu, Aras Çayı veya başka su olduğu sanılmaktadır. Ve ırmağın üstünde yüzen üç köpükten bahsedilmektedir. Rivayete göre Köroğlu bu köpükleri içerek yiğitlik, şairlik ve ölümsüzlük kazanmıştır. Köpüklerin Bingöl’den geldiği kabul edildiğinden, bu efsanede Bingöl’den Ab-ı hayat kaynağı olarak bahsedildiği görülmektedir.”

Bingöl'deki İki Ordunun Su Arayışı

Bir diğer efsanede ise iki ordudan birinin su bulmak için dağlara tırmanması ve keşfettikleri su kaynağının bin göl olduğunu keşfetmesi anlatılır. Bu hikâye, bölgenin coğrafi yapısına ve savaş zamanlarındaki hayatına dair ipuçları sunar.

“Bu bölgede savaşmakta olan iki ordudan birinde su sıkıntısı başlar. Savaşın nispeten hafiflediği bir sırada su sıkıntısı çekmekte olan ordunun bir kolu su bulmak için dağlara çıkar. Nitekim güzel bir su bulup içerler. Diğer arkadaşları için de bir miktar yedeklerine alıp yola çıkarlar. Fakat bir dahaki sefere kolay bulunması içinde suyun yanına bezden bir işaret koyarlar. Birliklerine dönen askerlerin yerine diğer bir kol su içmek için dağlara tırmanmaya başlar. Başlarındaki komutan bir tepeye çıkıp da yüzlerce gölü aynı anda görünce hayretini şöyle ifade eder: - Burası bir göl değil, bin göl! Ve böylece o savaşın yapıldığı bölgedeki şehrin adı “BİNGÖL” olarak söylenilmeye başlar.”

Uzun Hasan'ın Bingöl'e Gelişi

Akkoyunlu Türk Devleti’nin hükümdarı Uzun Hasan devrinde ise, bir hükümdar Bingöl yaylalarına gelerek burada aşiret beyleriyle vakit geçirir ve sonbaharda Tebriz’e gidermiş. Bu gelişlerinden birinde bazı Türk aşiretleriyle birlikte Bingöl dağlarındaki kaynak ve göller önünde çadır kurduğu bir sırada hizmetçilerden birisi bir kesik güvercini yıkadığı esnada, güvercinin hayat bularak uçtuğu ve Uzun Hasan’ın günlerce arayıp bulamadığı bu pınara (Mitbulak) adı verildiği rivayet olunmaktadır.

Koğ Tepesindeki Efsanevi Kale

Bingöl'ün efsanevi öykülerinden bir diğeri ise 3650 rakımlı Koğ Tepesi'ndeki kaleyle ilgilidir. Bu efsanede, bir Türk kralının kızının yaşadığı trajik hikaye ve bu hikayenin bölgedeki kale kalıntılarıyla ilişkilendirilmesi anlatılır.

 “Bingöl’le ilgili başka bir efsane de 3650 rakımlı Koğ Tepesindeki kale ile ilgilidir. Bu tepede yüzyıllar önce yapılmış ve harabe haline gelmiş bir kale kalıntısına rastlanmaktadır. Rivayete göre eski çağlarda Doğu illerine hâkim olan bir Türk kralı kızını nişanlamış. Fakat evlenmeden önce kızın nişanlısı ölmüş. Bu acıya dayanamayan kız, dünyadan elini ayağını çekmiş. Evden bir takım eşyalar ile kışlık yiyeceğini alarak yanındaki iki kız hizmetçisiyle birlikte bu kaleye yerleşmiş. Kış mevsimi gelince buradaki yaşam tarzı değişmiş. Kar, soğuk ve tipi hayatı çekilmez duruma getirmiş. Korkun fırtınalar baş göstermiş ve bu fırtınaların çıkardığı seslere dayanamayarak kız korkusundan ölmüş. Ölmeden önce babasına bir mektup yazmış ve demiş ki:

- Baba bilmiş ol, ben ne açlık ne de susuzluktan şikâyetçi değildim. Bu dağların heybetli bağrışından korkarak ölüyorum..."

HABER MERKEZİ