Bingöl'de iç hastalıkları uzmanı Dr. İlhan Çakabay, şiddetin ve çatışmaların insan sağlığı üzerindeki etkilerine dair Bingöl Kent Haber Gazetesine açıklamalarda bulundu. Şiddetin sadece fiziksel olmadığını, psikolojik ve ekonomik boyutlarıyla da insan hayatını derinden etkilediğini belirten Çakabey, bu durumun toplumun genel sağlık yapısına zarar verdiğini vurguladı.

Dr. Çakabay, şiddeti sadece fiziksel zarar veren bir olgu olarak değil, insan yaşamını ve diğer canlıların yaşam koşullarını ortadan kaldıran her türlü olumsuzluk olarak tanımladığını belirtti. Şiddetin farklı alanlarda ortaya çıkabileceğini söyleyen Çakabay, "Aile içi şiddet, sokakta yaşanan şiddet, iş yerindeki mobbing ya da ülke çapında meydana gelen şiddet olayları, toplumda farklı sonuçlar doğurur." dedi.

Çakabay: “Öncelikle aileden başlayarak, şiddetin nasıl sokağa, iş yerine ve ülke geneline yayıldığını; toplum ve canlılar üzerindeki etkilerini ele almak istiyorum. Özellikle aile içinde yaşanan şiddet, tartışma ve huzursuzluk ortamının, aile bireyleri ve özellikle çocuklar üzerinde çok olumsuz etkileri olduğu herkes tarafından kabul edilen bir gerçektir. Bu durum, çocukların hem fiziksel hem de ruhsal gelişimini olumsuz etkiler. Ayrıca, anne ve babanın sağlıklı bir aile ortamı sunamaması, çocukların beslenme ve diğer temel ihtiyaçlarını karşılamada aksamalara yol açar. Bu çocuklar zamanla beslenme, sağlık ve eğitim alanlarında ciddi sorunlarla karşılaşır. Aile içinde başlayan bu sorunlar, zamanla toplumun her alanına yayılır ve ülke genelindeki sosyal problemlerin temel kaynağı haline gelir. Bu nedenle, çözümü de öncelikle burada aramak gerekir.

Bunun dışında, iş yerinde yaşanan şiddet de önemli bir sorundur. Bu, mobbing olabilir ya da çalışanın kurum amiriyle yaşadığı problemlerden kaynaklanabilir. Ben tüm bunları da şiddet olarak tanımlıyorum. Şiddet yalnızca fiziksel zarar vermekle sınırlı değildir; psikolojik baskı da bir şiddet türüdür. Kişinin fiziksel ve ruhsal sağlığının korunması elbette önemlidir, ancak ruhsal sağlık çok daha hassas bir konudur. Bu yüzden bireylerin ruhsal sağlığını koruyacak önlemler alınmalı ve şiddetin her türüyle mücadele edilmelidir.”

“AÇLIK, YOKSULLUK VE ÖLÜM GİBİ SONUÇLARLA KARŞI KARŞIYA KALIYORUZ…”

“Toplum için asıl sorun, şiddet dediğimiz silahlı ve toplumsal çatışmaların yol açtığı komplikasyonlardır. Açlık, yoksulluk ve ölüm gibi sonuçlarla karşı karşıya kalıyoruz. Peki, bu şiddeti uygulayanlar kimler? Kimi zaman devlet içinde kontrol dışı kalmış yapılar, paramiliter güçler, mafya ya da ismini koyamadığımız örgütlü yapılar olabilir. Bunlar topluma şiddet uyguladığında, insanlar iş, kazanç ya da organ kaybı gibi büyük kayıplar yaşar. Bu süreç, beslenme sorunları, sağlıklı içme suyuna ulaşamama, hijyen eksikliği gibi ciddi sıkıntıları beraberinde getirir ve salgın hastalıklara zemin hazırlar.

Tarihte veba, kolera ve tifo gibi salgınlar genellikle çatışmalı süreçlerin ardından ortaya çıkmıştır. Çatışmalar sadece insan ölümleriyle sonuçlanmaz; su kaynakları kirlenir, yeşil alanlar yok olur, hava kirliliği artar ve solunum hastalıkları yaygınlaşır. Bu durumun tıbbi tedaviye, ilaç ve temiz suya erişim konusunda büyük maliyetler doğurduğu unutulmamalıdır. Toplumun çatışmalarla birlikte yoksullaşması, beslenme ve sağlık sorunlarını derinleştirir.”

BUNLARIN ÖNÜNE NASIL GEÇİLEBİLİR?

“Bunun önüne geçmek için kamusal alanın ciddi önlemler alması gerekir. Yasalar mevcut ancak uygulayıcıların da hassas ve kararlı olması şarttır. Kamu, kontrol dışına çıkmış, çatışma ortamı yaratan yapıları görmeli ve bunları taviz vermeden bertaraf etmelidir. Türkiye'de dönem dönem bu yapılmıştır; Ortadoğu ve Afrika ülkelerinde ise bu tür yapılar büyük tahribatlara yol açmaktadır. İster mafya, ister çete ya da uyuşturucu grupları olsun, bunların kontrolü kamu ve yasalar üzerinden sağlanmalıdır. Aksi takdirde, toplum korunması gerekirken, yoksulluğa ve hastalıklara sürüklenir.

Bu noktada, yalnızca sağlık kurumlarının değil; emniyet, yargı, çevre ve şehircilik gibi tüm kurumların organize çalışması gerekmektedir. Su kaynaklarının temizliği sağlanmalı, salgın hastalıkların önüne geçilmeli ki sağlık çalışanları daha rahat hizmet verebilsin. Sorunlar, aileden sokağa, kurumlardan topluma kadar zincirleme şekilde ilerler. Basit bir örnekle, çöpünü doğru yere atan vatandaş, belediyenin sağlıklı çöp toplama sistemine katkıda bulunur; bu da suların kirlenmesini ve salgın hastalıkları önler. Çatışmaların olduğu bölgelerde üretim durur, tarım sekteye uğrar, insanlar sağlıklı beslenemez ve temiz suya ulaşamaz. Sağlıksız beslenen bireyler, doktora gittiklerinde ilaçla düzelmezler çünkü temel sorun beslenme ve barınmadır. Sağlık sadece hastane hizmetleriyle iyileşmez; beslenme, çevresel faktörler ve yaşam koşulları da doğrudan etkilidir.

Çatışmalı bölgelerde eğitim de yok olur. Bu tür bölgelerde çocuk ölümleri, düşükler, kadın ve genç ölümleri daha fazladır. Çatışmalarda gençler ön planda tutulur ve savaş ortamında ya öldürülür ya da öldürmek zorunda bırakılır. Oysa bu yaş grubu, toplumun geleceğini şekillendiren en değerli kesimdir. Savaşın sonucu olarak ya sakat kalıp ömür boyu başkalarına muhtaç olurlar ya da topluma katkı sağlayamaz hale gelirler. Ülke kaynakları, bu insanları tekrar yaşama döndürmek için harcanır ve büyük ekonomik kayıplar yaşanır.

Bu çatışmalı süreçlerin temel nedenleri arasında ekonomik sıkıntılar, eğitimsizlik, kolay para kazanma arzusu ve ünlü ya da kahraman olma isteği yer alır. Ancak bu süreçlerden geçen kişiler genellikle ya ölür, ya yaralanır, ya cezaevine girer ya da toplumdan dışlanır. Bu nedenle çatışmalardan kaçınmak, en büyük kazanımdır.

Özellikle sağlık kurumlarında şiddetten uzak durulmalıdır. Hastane içinde yaşanan her tartışma, hem sağlık çalışanlarını hem de hizmet bekleyen diğer hastaları olumsuz etkiler. Sağlık alanında yaşanacak her türlü şiddet, en çok toplumun kendisine zarar verir.”

“SAĞLIK ÇALIŞANI, HASTA İÇİN RİSK ALMADIĞINDA, SAĞLIKLI BİR SONUÇ ALMAZ”

“Bunların bir de sağlık alanındaki etkilerini tartışmak istiyorum. Özellikle Türkiye gündeminde zaman zaman hasta-hekim arasındaki şiddet olaylarını, sağlık personeli ile hasta yakınları arasındaki çatışmaları hepimiz görüyor, duyuyor ve tartışıyoruz. Bu tür olaylar, toplumu ciddi anlamda olumsuz etkiliyor.

Orada çalışanların hastaların her türlü ihtiyacını verimli şekilde karşılamakta yetersiz kaldığını söylemek doğru değildir; asıl mesele, , yetersizliğe sürüklendiğini görmek gerekir. Bu nedenle, şiddetin bir şekilde önlenmesi gerekmektedir. Burada kaybeden sadece darp edilen sağlık çalışanı değildir; asıl kayıp, muayene olmak, şifa aramak isteyen insan sağlığının zarar görmesidir. O şiddet ve tartışma olaylarından sonra sağlık hizmeti almak isteyen diğer vatandaşlar da mağdur olmaktadır. Ayrıca, sağlık kurumlarında yaşanan şiddet, sağlıklı hizmet sunumunu da zorlaştırmaktadır. Şunu kastediyorum: Riskli hastaya kimse müdahale etmek istemiyor, riski almak istemiyor. Sağlık çalışanı, hemşire, doktor, tekniker hasta için risk almadığında, sağlıklı bir sonuç elde edilemez. Risk almadan hastanın sağlığını geri kazanma şansı her zaman daha düşüktür. Bu nedenle, hekimlerin, hemşirelerin ve diğer sağlık çalışanlarının çok daha sağlıklı bir ortamda çalışmalarını sağlamak gerekmektedir. Tartışma ortamının olmadığı, fiziksel şiddetin yaşanmadığı, psikolojik baskının bulunmadığı bir ortamda hastaya daha sağlıklı ve daha etkili bir sağlık hizmeti sunar.”

Peki, bunların önüne nasıl geçilebilir?

“SAĞLIK ÇALIŞANLARINA ÇIKAN TAZMİNATLARI KURUMLAR ÖDESİN

“Yasal düzenlemelerle bu mümkün. Türkiye Cumhuriyeti'nde hepimiz yaşıyoruz. Örneğin, bir hâkim ya da savcıya yönelik şiddet olaylarının daha az olduğunu görürsünüz. Yargı süreçleri çok uzun sürmesine rağmen insanlar zaman zaman bıkıp gerilse de hiçbir zaman gidip bir hâkime ya da savcıya şiddet uygulamıyor. Bunun sebebi, yargı mensuplarının yasal olarak güvence altına alınmış olmasıdır.

Bingöl'de Sağlık Yöneticileri, SAHA'nın İlk Dersine Katıldı Bingöl'de Sağlık Yöneticileri, SAHA'nın İlk Dersine Katıldı

Nasıl ki yargı sürecindeki kişileri koruyan yasalar varsa, aynı yasaların ve güvencelerin sağlık çalışanları için de geçerli olması gerekir. Şiddeti doğuran faktörlerden biri, sağlık çalışanları hakkında çok rahat yargı süreçlerinin işletilmesidir. Vatandaş şikâyet ettiğinde, süreç hemen başlatılıyor. Evet, yargı süreçleri işletilmelidir; ancak sağlık çalışanlarının bu süreçlerden doğrudan olumsuz etkilenmemesi gerektiğini düşünüyorum.

İhmal kavramı oldukça rahat bir tanımlamadır ve bu nedenle sağlık çalışanlarına yönelik çok ciddi tazminat davaları açılabilmektedir. Bu tazminatlar hastayı koruma açısından önemli olsa da Türkiye şartlarında bir hemşirenin ya da doktorun bu bedelleri karşılaması mümkün değildir. Büyük tazminat miktarları ortaya çıkmaktadır. Bu tazminatların yasal düzenlemelerle kurumlar tarafından ödenmesi, hem hekimi hem de hastaya müdahale edecek sağlık personelini rahatlatacaktır. Böylece sağlık çalışanları, risk alarak hastanın sağlığını daha hızlı bir şekilde iyileştirme şansına sahip olacaktır.”

“HASTANE YÖNETİCİLERİNİ SAĞLIK ÇALIŞANLARI SEÇSİN”

“Bingöl’de kamu hizmeti sunarken, hastanelerin ve sağlık ocaklarının işleyişi açısından başhekimin kim olduğu büyük önem taşımaktadır. Örneğin, Bodrum’dan bir doktor arkadaşımız Bingöl Devlet Hastanesi’ne başhekim olarak atanmıştır. Bu kişinin burada verimli olması beklenemez.

Verimliliği sağlamanın belirli ölçütleri vardır. Bingöl Devlet Hastanesi’nde 500 personel bulunmaktadır ve başhekimliğe aday olan kişiler, demokratik yöntemlerle belirlenmelidir. Gerekirse sandık kurularak, sağlık çalışanlarının oylarıyla bilinen ve tanınan bir kişi başhekim olarak seçilmelidir. Yönetici olan kişi, çalışanları tanımalı ve onların sorunlarını bilmeli ki sağlık hizmetlerinde verimlilik sağlanabilsin.

Sağlık kurumlarının yönetimi şu an özerk değildir. Bakanlık tarafından sözleşmeli biri atanmakta, bir süre çalıştırılmakta ve beğenilmediğinde yerine başka biri getirilmektedir. Ancak eğer idareciler sağlık çalışanları tarafından belirlenirse, çok daha verimli sonuçlar alınacaktır”

“KALP DAMAR CERRAHİSİ VE ACİL MÜDAHALE EKİBİ OLMADAN ANJİYO YAPILMASINI RİSKLİ BULUYORUM”

“Bingöllü olmamdan kaynaklı bir endişemi paylaşmak istiyorum ve tüm hemşehrilerimin bunu bilmesini isterim.

Anjiyo dediğimiz işlem, kalp damarlarının tıkanıklık olup olmadığını tespit etmek ve buna yönelik müdahale yapmak için uygulanıyor. Bu hizmet Bingöl’de de sunuluyor. Kendi adıma konuşacak olursam, bu önemli bir hizmet, ancak ciddi endişelerim var.

Hekim olarak şunu belirtmeliyim: Anjiyo yapıldığında, damar yolu açılırken komplikasyon gelişebilir. Örneğin, damar yırtılabilir, patlayabilir veya kanama oluşabilir. Böyle durumlarda acil müdahale gerekir. Ancak bu tür acil müdahaleleri gerçekleştiren Kardiyovasküler Cerrahi ekibi Bingöl’de mevcut değil. Böyle bir komplikasyon yaşandığında, hastanın hayatını kurtarmak için acilen bypass ameliyatı yapılması gerekir. Ancak Bingöl’de bu operasyonu yapacak ekip ve donanım bulunmuyor.

Dolayısıyla, burada anjiyo işlemi yapılırken, eğer her 100 hastadan birinde bile böyle bir komplikasyon gelişirse, o hastayı kurtarma şansımız yok. İşte "nitelik" derken bunu kastediyorum. Kalp damar cerrahisi ve acil müdahale ekibi olmayan bir yerde anjiyo işlemi yapılmasını son derece riskli buluyorum.

Türkiye’nin birçok yerinde aynı hata yapılıyor mu? Evet, yapılıyor. Ancak bilimsel olarak şunu net bir şekilde söyleyebilirim: Anjiyo sonrası gelişebilecek ciddi komplikasyonlara Bingöl’de müdahale edilme şansı yok. Bu yüzden, bu işlemi riskli olarak görüyorum.

Elbette herkes Bingöl’de her sağlık hizmetinin sunulmasını istiyor. Ancak bu, dünyanın hiçbir yerinde tamamen mümkün değil.”

HABER: EYLEM ÖZEN