Bingöl’ün titreyen, nisyan ile malül hafızasına hitap eden çağrı.
Dağın gölgesi nasıl gün doğduğunda çekilirse, kentler de depremlerle usul usul güvenini kaybeder.
Bingöl de yıllardır o gölgenin altında depreşen toprakların çocuklarıdır.
12 Mayıs 1866’da, Bingöl’de yüzlerce ev yıkıldı, 680’den fazla can gitti; o günlerden daha eski bir sarsıntıdır bu toprakların acısı.
Geçmişin tozlu sayfalarından çıkıp gelen sayılar unutulur mu?
1934’te 12 kişi,
1949 Karlıova’da 450 kişi,
1950 Kiğı’da 50 kişi,
1971’de 878 can,
2003’te 176 kişi hayatını kaybetmişti.
Öncesinde bir suskunluk vardır.
Yer kabuğu gerilir, evlerin çıplak çatısında kuşlar ürker.
Sırasında yer titrer, perdeler sallanır, acı feryatlar yankılanır.
Sonrasında sessizlik kalır, enkaz çığlıkları yüreğimizde mezar olur.
Kayıpların ardından dert kalır.
Bir anne gözyaşıyla sarar boş odaları,
Bir baba yüreğinde keder ile bakar rüzgâra,
Bir çocuk arar adımlarını kaldırımlarında şehrinin.
Bir eş, sevgili, hatıra yüklü evin kapısında bekler dönüşü.
Veysel Aksoy gibi arama-kurtarmacılar, enkazın arasında umut tohumları ekerler.
Bingöl AKUT’un eski gönüllüsüyle başladılar; “o gün hayatımın dönüm noktasıydı,” diyen biri anlatır ki, acı içine doğan yardımlaşma ruhu da hatırda kalmalı.
“Sesimi duyan var mı?” demek sadece enkazda değil, unutulan hafızaların derin boşluğunda yankılanan bir çığlık gibidir.
Travma ağır, ikinci bir deprem dalgası.
Toprağa çöken enkazı kaldırırsın, ama ruhlara gömdüğün kayıpları çıkaramazsın kolayca.
Deprem sadece binaları değil, belleklerimizi de sarsıyor.
Kiminin dilini bağlıyor, kiminin yüreğini katılaştırıyor, kiminin vicdanını donuklaştırıyor etkileri ile.
Psikolojik vakadır travması, travma sonrası stres bozukluğu, uykusuzluk ve güvende hissetmeme endişesi.
Ekonomik zorlukların başlangıcı, evleri yıkılanların, işleri bozulanların; yeniden inşa maliyeti ağırlaşanların çaresizliği.
Sosyal göçlerin algoritmik devamı olur, dayanışma zayıflaması, toplumsal kopuşun varlığı yakındırır insanı.
Kültürel erozyonlar hafıza mekânlarını siler süpürür ,benliklerde eski mahalleler, evler, sokaklar unutulmaya yüz tutar çözüm arayışları içinde.
Tekrarlanır nakaratlar dayanıklı yapılar ve İmar denetimi falan,
Yeni binalar mutlaka deprem yönetmeliğine uygun olmalı, riskli yapılar bir an önce güçlendirilmeli filan,
Arama-Kurtarma eğitimleri için Veysel Aksoy gibi öncüler örnek alınmalı; her yerde aktif gönüllü kurtarma birimleri kurulmalı derler ama hepsi hikaye geride kalan.
Psikososyal destek, deprem yaşayanlara uzun vadeli terapi, toplumsal destek grupları, okul psikologları lafla sunulan,
Binaenaleyh afet bilinci okullarda öğretilmeli; çocuklar depremde ne yapmalıyı bilmelidir sözleri kalıyor hep yavan.
Belleği korumak adına yıkılan mahallelerin yolları, evleri, eski fotoğraflar arşivlenmeli; hafıza mekânları oluşturulmalı ki ibret alsın geride kalan.
Toplumsal dayanışma kültürü gereği ben mi kurtarayım? değil, hepimiz varız bilinci olmalı olan.
Ekonomik destek yeniden inşa için faizsiz ve düşük faizli krediler, mağdurlara kira desteği vermeli yaraları saran.
Şimdi soruyorum:
Sesimi duyan var mı?
Bingöl’de, kışın soğuğunda, yazın sıcağında, sonbaharın sararan havasında, ilkbaharın yeniden doğan doğasında, enkazın altında bir kalp hâlâ çarpıyor.
O kalp, bir annenin, bir babanın, bir çocuğun, bir yüreğin umududur.
Unutmayalım ki, unutmak, yeniden yıkmaktır,
Ve ders almazsak, tarih bizi yeniden yazacak, ama bu kez çorabımız da pençemiz de çıkmış olacak.